İbn-i Sina kimdir?

ibni sina1

İbn-i Sina, miladi olarak 980-1037 yılları arasında yaşamış Özbekistan’ın Buhara şehrine yakın Afşan’a köyünde dünyaya gelmiş ve İran’ın Hamedan şehrinde vefat etmiştir. Tarihte görülmüş en büyük Türk alimlerinden olan İbn-i Sina, tıp ve felsefe alanında çok büyük eserler vermiştir. Ayrıca birçok değişik ilim alanlarında toplam olarak 200’e yakın kitap yazmıştır. Batı dünyasında ortaçağ modern bilimin kurucusu olarak bilinen ve aynı zamanda hekimlerin önderi olarak görülen İbn-i Sina’ya Büyük Üstad ismi verilmiştir. Telif ettiği kitaplarının büyük bir kısmı batı dillerine yani latince diline çevrilerek üniversitelerde okutulmuştur. Batı dünyasında İbn-i Sina’nın diğer ismi Avicenna olarak şöhret bulmuştur. Tıp alanında verdiği en büyük eserlerden biri olan El Kanun fi’t Tıb adlı kitabı Avrupa’da üniversitelerinde yedi asra yakın bir zaman boyunca, tam olarak on yedinci asrın ortalarına kadar tıp ilminde temel eser olarak okutulmuş ve çok istifade edilmiştir. Ve böylece tıp ilminin temelini oluşturmuştur.

Büyük bir Türk bilgini olan İbn-i Sina’nın ailesi, Belh şehrinden gelerek Buhara’ya yerleşmişlerdir. Deha derecesinde bir bilgeliğe malik olan İbn-i Sina, daha 10 yaşındayken Kuran-ı Kerimi ezberler ve 18 yaşına kadar bulunduğu dönem arasında birçok ilimleri öğrenir. Bu dönemde gece gündüz ilimle iştigal ederek vaktini geçirir. Sabahlara kadar mum ışığında çalışır. O kadar ilme dalmıştır ki, gündüz vakti çalıştığı meseleleri çözemediği zaman uykusunda çözüme ulaştığı görülmüştür.

Bir vakit Buhara Emiri olan İbni Mansur çok ağır bir hastalığa yakalanır ve İbn-i Sina, onu bu hastalıktan kurtarır. Bundan dolayı Samanoğulları sarayında bulunan kütüphanede çalışma iznini alır. Bu kütüphane sayesinde ulaşmak istediğiniz bilgileri çabucak ulaşır. Vaktinin büyük bir kısmını kitap okumak ile ve yazmakla geçirir. Buhara Emiri vefat edince kendisi buradan ayrılarak Harzem’e gider.  Burada zamanın büyük bir alimi olan El Buruni gibi büyük zattan ders alır. Fakat çevresindeki insanlar bu zatın İbn-i Sina’ya karşı ilgisini kıskanırlar. Halkın kendi hakkında yanlış düşüncelerinden dolayı burada fazla duramaz ve Harzem’i terk ederek Hemedan’a gelir. Burada kalmaya karar verir.

İbn-i Sina’nın telif ettiği çoğu felsefe, fizik, astronomi ile ilgili 150 ye yakın eserlerin büyük bir kısmı Arapça olarak yazmış ve birkaçı da farsça olarak kaleme almıştır. Bulunduğu asırda eser yazan alimlerin yazdığını eserler Arapça olduğu için ve İslamiyet dininden dolayı Arapça yazılan eserlere çok değer ve önem verilmesi sebebi ile bu dilde kitaplar yazmıştır. Özellikle tıp alanında verdiği eserler orijinal ve bir o kadarda mükemmel olan bu eserler, doğu ve batı arasında 600 yıl boyunca hükmetmiş ve okutulmuştur. İmam-ı Gazali, Farabi hakkında öğrendiği herşeyi İbn-i Sina’dan öğrenmiş ve bu iki büyük âlim arasında köprü vazifesi yapmıştır. Batı dünyası İbn-i Sina’’yı İranlı bir hekim ve büyük bir filozof olarak yanlış tanımışlardır.

İbn-i Sina’nın günümüze kadar 450 makalesinden ancak 240’ı ulaşabilmiştir. Günümüzde İbn-i Sina’ya ait 150 adet felsefe alanında, 40 adet de tıp alanında eseri bulunmaktadır. Bu eserlerden Kitab-i Şifa ve El Kanun fi’t tıb eserleri Avrupa’da orta çağ üniversitelerinde okutulmuş meşhur kitaplardır.

Ayrıca İbn-i Sina matematik, astronomi, geometri, fizik ve kimya gibi ilimlerde önemli çalışmalar yapmış kitaplar yazmıştır.

İbn-i Sina’’yı Bediüzzaman Said Nursi hazretleri bir eserinde tanıtırken şöyle vasıflandırmıştır: ” Halbuki hikmetin bir pederi hükmünde olan İbn-i Sina, şiddet-i zeka, kuvvet-i fikir, kemal-i hikmet ve vüs’at-i kariha noktasında bu zamanın yüzlerce hükemasıyla (feylesofu)  müvazene olunsa, tereccuh (üstün) edip ağır gelecektir.” ifadeleri ile anlatmıştır. Ayrıca Bediüzzaman diğer bir eserinde İbn-i Sina’nın dünyaca kabullenilmiş en önemli yanı olan tıp noktasındaki muhteşem sözünü alarak, tıbbı iki satırda topladığını ifade etmiştir. Yani ”    İslam hükemasının Eflatunu, hekimlerin şeyhi ve feylesofların üstadı, dahi-i meşhur olan Ebu Ali İbn-i Sina, yalnız tıp noktasında “kulu veşrebu vele tusrifu” ayetini tefsir ederken şöyle izah etmiştir: “İlm-i Tıbb’ı iki satırla topluyorum. Sözün güzelliği kısalığındadır. Yemek yediğin vakit az ye. Yedikten sonra 4-5 saat kadar daha yeme. Şifa, hazımdadır. Yani, kolayca hazmedeceğin (eritebileceğin) miktarı ye. Nefse ve mideye en ağır ve yorucu hal, yemek yemek üstüne yemektir.” diye çok yemenin vücuda büyük bir ağırlık verdiğini ve hastalıklara sebep olduğunu şifa yedikten sonra 4-5 saat daha sonra yemek yemenin sıhhat noktasında büyük rol oynadığını izah etmektedir.

Tarihte ilk olarak eserlerinde bazı hastalıkların bulaşmasında, insan gözünün göremeyeceği birtakım mahlukların varlığını sezmiş ve bunları kitaplarında bahsetmiştir. Yani günümüzde mikrop olarak bilinen ilk canlıları tespit eden ve özelliğini bildirim ilk Türk bilginidir.

Bir Cevap Yazın