Varoluşçu düşünce akımı nedir?

Varoluşçuluk ya da diğer ismi ile Egzistansiyalism insanın bütün evren içindeki yerini, bu evren ile olan ilişkisini ve iç dünyasını açıklamayı amaçlayan bir felsefe akımıdır. Bu felsefenin kökenleri ilkçağ düşünürlerine kadar uzansa da Danimarkalı düşünür Seren Kierkegaard bu akımın öncüsü olarak kabul edilmektedir. Bilhassa 1930’lu yılardan sonra yaygınlaşan bu felsefi düşüncenin başlıca temsilcileri arasında Gabriel marcel, Karl Jaspers, Martin Heidegger ve Jean-Paul Sartre sayılabilmektedir.
aa
Bu felsefi akıma göre insan kendini arar ve var olma sebebini anlamaya çalışır ama sorularına kesin cevaplar bulamaz. Böylece gelecekten kuşkuya düşer, kaygı duyar ve bunalıma sürüklenir.
Tanrıcı varoluşçulardan Kiergegaard çıkmazdan kurtulmasını tanrısal bir güce inanmaya bağlar. Diğer taraftan Heidegger ve Sartre gibi tanrıtanımaz Varoluşçu düşünürler insan ve varluş sorununa daha farklı bir şekilde yaklaşırlar. Buna göre tüm varlıklar arasında bir tek insan önce var olur, sonra ise kendi özünü yaratır. Örneğin, bir koltuk önceden var olan bir koltuk düşüncesine göre tasarlanır ve yapılır. Sadece insan varoluşundan sonra gerçek özüne ulaşır. Çünkü insan var olmadan önce tanımlanamaz. Ne olacağı ve nasıl davranacağı bilinemez. Onun için bilhassa Sartre’ye göre insanın varoluşu her şeyden önce gelir, daha sonra insan kendi seçimi ile özünü yaratır. Nasıl bir insan olacağına, birçok seçenekler arasından tercihte bulunarak kararlarını vermeye çalışır. Yaşam içinde acı çekerek, mücadele ederek özünü oluşturmaya çalışır. İnsan tek başınadır ve dünyada kendisine yol gösterecek hiç kimse yoktur. Ama insan her zaman özgürdür. Özgürlük her türlü değerin temelini meydana getirir ve çeşitli olanaklar arasından seçimde bulunmayı sağlar. İnsan özgür olarak yapmış olduğu tercihler ile kendi özünü yaratır. Bu sebeple de yaratmış olduğu bu özden tamamen sorumludur. Bu sorumluluk sadece kendine değil, tüm insanlara karşıdır.

İnsan yapmış odluğu seçimler ile bütün insanlara da aynı şekilde davranmayı önermiş olur. Örneğin belirli bir gazeteyi okumayı seçtiği zaman tüm insanalra da aynı gazeteyi tavsiye etmeyi tasarlamıştır. Bu çok büyük bir sorumluluktur. Çünkü insan seçmiş olduğu ya da seçmediği tüm seçeneklerden hatta dünyada olup biten bütün olaylardan bu olaylara taraf olsun veya olmasın şu ya da bu şekilde sorumludur. İnsan bu sorumluluk altında bunalır, insan içinde bunaltının sebebi de budur. Çoğu insan yoptıklaırnın sadece kendisini bağladığına, yalnızca kendini karşı sorumluluğu olduğuna inanmaya çalışır, ama bunaltıdan kesinlikle kurtulamaz. Çünkü sorumluluk ve bunaltı onun insan olmasından kaynaklanmaktadır.
Varoluşçu felsefede varoluş tamamen bireyseldir ve varoluş sorununu da içinde taşır. İnsan yapımında içlerinde birini seçebileceği birçok olanak ile karşılaşırsa da sonuçta bu seçimi koşullandıran ve sınırlandıran belirli bir tarihsel dönemde yaşamaktadır. Bu da, insnaın varoluşu içinde belirli tehlikelere sebepolabilir. Bu tehlikelerin başında özünü yitirerek bir nesneye dönüşmesi ve kendisine yabancılaşması gelir. Bazı varoluşçu düşünürler insanın başka insanlar ile ilişkisinin yabancılaşmayı doğuracağını ileri sürerken başkaları insanlar arasındaki iletişimi,n olumlu olabileceğini savunmuştur.

Varoluşçuluk başta edebiyat olmak üzere çeşitli kültürel alaları da etkilemiştir. Sartre oyunlarında ve romanlarında çağdaş varoluşçuluğu işledi. Albert Camus’nun, Frans Kafka’nın Simone de Beauvair eserlerinde varoluşçuluk önemli bir tema olarak yer almıştır. Albert Camus’nun bilhassa “ Yabancı” romanı ile Başkaldıran İnsan adlı denemesi ve Frans Kafka’nın Şato ile Dava adlı eserleri varoluşçuluk akımının edebiyat alanındaki başlıca örneklerindendir.

Bir Cevap Yazın