Şövalyelik nedir?

İlk şövalyeler zırh giyip at üstünde çarpışan savaşçılardı. Hıristiyan Batı Avrupa’da 814 yılında Şarlman’ın ölümünden itibaren şövalyelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu dönemde düzeni koruyacak ve sağlayacak güçlü bir yönetim bulunmuyordu. Avrupa Müslüman Magripliler, Slavlar, Macarlar, İskandinavyalılar’ın saldırılarına maruz kalıyordu. Kanunların yoklundan dolayı her yerde istilacılar, soyguncular ve haydutlar, türemiştir. Geçimini barış içerisinde sağlamak isteyen herkes büyük bir şato sahibi olan bir soylunun korumasına sığınmak zorunda hissediyordu kendisini. Böylece gerek serfler gerek savaşçılar bu koruma karşılığında senyöre hizmet etmek ile yükümlüydüler. Senyör şövalyelere kullanmaları için toprak, çoğu kez de bir şato tahsis ederdi. Karşılığında şövalye yılın belli bir bölümünde senyör için savaşırdı. Savaş meydanlarında giderlerini kendisini karşıladığı donanımı ile savaşa hazır bulunurdu. Ayrıca yıllık vergisini de öderdi.

Yaşamanın zor ve acımasız olduğu 9. Ve 10. Asırlarda saldırılara karşı koyan şövalyeler kültürlü ve kibar insanlar değil, güçlü, gözü pek, zorba, savaşmaya her an hazır olan kişilerdi. Şövalyeleri konu alan öykü ve şiirler şövalyeliği gerçekte olduğundan çok daha romantik göstermiştir.
Ortaçağ başlarında şövalyeler savaşmayı bilen paralı savaşçılardı. Yaklaşık 11. asıra doğru Avrupa’ya saldıran istilacıları püskürtme işi sona ermiştir. Ama şövalyeler savaşmayı ve yağmalamayı sürdürmüşlerdir. 10. asırda düzeni sağlamaya çalışan kilise, rahipler, kadınlar ve tüccarlar gibi bazı gruplara saldırılmamasını öngören yasalar koyulmuştur. 11. asırda Pazar günleri ve kutsal günlerde savaşmak yasaklanmıştır.

,yoksulların, çaresizlerin ve kilisenin korunması gerektiği düşüncesi oldukça yavaş bir biçimde yayılmıştır. Bunun kabul edilmesi şövalyelerin yeni bir amaç bulmalarına yol açmıştır. 1095 yılında Papa II. Urbanus’un Clermont’ta I. Haçlı seferi konusundaki vaazı şövalyeleri bu amaç etrafında birleştirmiştir. Onlardan savaşmayı bırakmamaları ve Hıristiyan’ca davranış açısından insanlara örnek olmaları istenmiştir.

11-15. asırlar arasındaki kusursuz şövalyelik ülküsüne uygun olmak belki de çok zordu. Ama ona erişmeye çalışırken şövalyeler en azından olumlu davranış özellikleri de ediniyorlardı. Yeni şövalyelik ülküsü sayesinde şövalye senyöre hizmet vermekle yükümlü bir savaşçı konumundan kurtulmuştur.

Daha önceleri feodal toplumda herkes şövalye olma umudu taşıyordu. Oysa artık atı, kılıcı, zırhı ve güçlü bir pazısı olan hemen hemen herkes şövalye olamıyordu. Şövalyelik yıllar süren bir eğitim ve hizmet deneyimi gerektiren bir takım sıkı kurallara, kutsal yeminlere bağlı bir meslek olmuş.

Şövalye olarak eğitilecek çocuklar 7 yaşına gelince bir soylunun şatosuna gönderilerek soylu bir hanıma yardımcı sıfatı ile hizmet vermek amaçlı göreve başlardı. Buna karşılık da ona soylu davranış kuralları öğretilirdi. Çocuk ata binmeyi, şarkı söylemeyi, bir müzik aleti çalmayı, Latince ve Fransızca okumayı, hatta bazen de okuma yazmayı öğrenirdi. Kimseyi arkadan vurmamak, silahsız kişiye saldırmamak, düşene dokunmamak, övünmemek ama başkalarını başarıları için kutlamak gibi temel şövalyelik kuralları öğretilirmiş.

14 yaşında gelince şövalye yardımcılığı rütbesine yükseltilirdi. Mızrak, kılıç ve savaş baltası gibi şövalye silahlarını kullanmayı öğrenmeye başlardı. Şövalyesinin zırhının bakımını yapmak, zırhı giyip çıkarmasına yardım etmek zorundaydı. Sofrada da hizmet eder, ahırda çalışır ve atlara bakardı. Açlığa ve soğuğa dayanma, uzun nöbet saatleri boyunca uyanık kalma konusunda eğitilirdi.

Şövalyeliğe hazır duruma gelen kişi için uzun ve son derece ciddi bir tören düzenlenirdi.Önce yıkanır sonra ölümü göğüslemeye hazır olduğunu gösteren kırmızı elbise ve siyah ceket giyerdi. Şövalyelerin asıl görevleri savaşmaktı. Barış zamanlarında turnuva adı verilen karşılaşmalar düzenlenirdi.

Bir Cevap Yazın