Osmanlılarda medrese eğitimi nasıldır?

Bilindiği gibi Osmanlılarda temel eğitim kurumu medreselerdi. Medreseler (vakıflar tarafından kurulur ve yönetilirdi. Osmanlılarda medreselerde eğitim iki koldan yürütülürdü. Sosyal Bilimler ağırlıklı kolu bitirenler; kazasker, müftü, müderris, imam, hatip gibi yönetici sınıftan kişiler olurdu. Pozitif Bilimler ağırlıklı kolu bitirenler ise; mühendis, doktor, mimar gibi meslek gruplarına dahil olurdu.
medrese
Osmanlılarda ilk medrese Orhan Bey döneminde İznik’te kuruldu. Bu medrese “İznik Orhaniyesi” adıyla da anılır. Bu medresenin kuruluşuna kadar, Osmanlılarda eğitim-öğretim faaliyetlerinin nasıl yürütüldüğü hakkında fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Osmanlı Beyliği’nin sınırlarının genişleyerek bir devlet hâline gelmeye başlaması yeni eğitim kurumları ihtiyacını doğurmuştu. Daha sonra Bursa ve Edirne gibi Osmanlılara başkentlik eden büyük şehirlerde, bizzat sultanlar tarafından kurulan medreselerle eğitim kurumlarının kurulmasına devam edildi. İstanbul’un fethinin ardından tam donanımlı yeni medreseler bu şehirde kurulmaya başlayacaktır. Bu medreseler dışarından gelen bilim adamları tarafından idare edildiklerinden kendi eğitim-öğretim sistemini oluşturmaktan ziyade, İslâm coğrafyasında kurulmuş ve faaliyetlerini yüzyıllarca devam ettirmiş olan medreselerin ilmî zihniyetlerini ve tedris geleneklerini devralmışlardı.

Fatih döneminde açılan Sahn-ı Seman adı verilen medreselerin müderrislerine günlük 50 akçe ücret ödendiği görülmektedir. Fatih medreselerinin üzerinde yer alan ve fethin sembolü olması nedeniyle istisnâî bir yeri bulunan tek medrese ise, Altmışlı îtibar olunan, Ayasofya câmii bünyesindeki medreseydi.

XVI. yüzyılın ikinci yarısında Kanuni Sultan Süleyman döneminde Süleymâniye medreselerinin yapılışıyla, medreselerin eski tasnîfi kısmen değişmiş ve genişletilmiştir.Bu dönemden sonraki tasnifte Kırklı medreseler de dâhil, alt seviyedeki medreseler bulunmamakla birlikte, bunlar eğitim-öğretime devam ediyorlardı. XIX. yüzyılın sonlarına kadar varlığını sürdürecek olan bu tasnîfi, Osmanlı tarihçisi Cevdet Paşa şu şekilde verir:
1) İbtidâ-i Hâriç,
2) Hareket-i Hâriç,
3) İbtidâ-i Dâhil,
4) Hareket-i Dâhil,
5) Mûsıla-i Sahn,
6) Sahn-ı Semân
7) İbtidâ-i Altmışlı,
8) Hareket-i Altmışlı,
9) Mûsıla-ı Süleymâniye,
10) Süleymâniye,
11)Hâmis-i Süleymâniye,
12) Dâru’l-hadîs (-i Süleymâniye)

Osmanlı medreselerinde eğitim-öğretim elemanı olarak tek bir şahsiyetina, yâni müderrisin bulunduğu görülmektedir.Sahn-ı Semân ve Süleymâniye medreseleri gibi İstanbul’daki birkaç büyük medresede, müdderisin dışında onun yardımcı durumunda olan mu’îd bulunmaktaydı. Bunların dışındakiler ise talebe ile diğer hizmetli elemanlardan oluşmaktaydı. Mu’îdin görevi, müderrisin verdiği dersleri medrese talebesine tekrar etmekti. Ayrıca, mu’îdler, alt birimleri bulunan medreselerde okuyan talebeye de nezaret etmekteydiler.

Osmanlıda eğitim-öğretim hizmetleri devlet tarafından, belirli ve kesin kanunlara bağlanmış bir vazife değildi. Bu faaliyetler hükümdarlar tarafından kurulan müesseseler de dâhil vakıf sistemi çerçevesinde, bir bakıma özel teşebbüsler şeklinde yürütülmüştü. Bu açıdan bakıldığında ilk tahsil de dâhil olmak üzere, II. Mahmud dönemine kadar zorunlu eğitim söz konusu değildi. II. Mahmud döneminde, ilk tahsil mecbûrî hâle getirilecektir. O da yalnızca birkaç büyük şehirle sınırlı kalmıştır.
Osmanlı medreseleri, kendi içlerinde basamak basamak yükselen hiyerarşik bir yapıya sahip bulunuyorlardı. Her müderris eğitim-öğretim hayatına en alt seviyedeki medreselerden başlamakta, her medresede okuması gereken dersleri okuyup başarılı olduktan sonra, bir üst medreseye geçebilmekte ve en yüksek dereceli medreselere ulaşmak mümkün olmaktaydı. Aynı şey, müderrisin tedris hayatı süresince de devam etmekteydi. Yani, o da akademik hayata en alt seviyedeki medreselerden başlamakta, geçilmesi gereken medreseleri basamak basamak geçtikten sonra, yüksek medreselere ulaşmakta ve buradan yönetici olarak, yâhut başka bir vazife ile devlet hizmetine girmekteydi.
Ülkenin ihtiyacı olan üst seviyedeki elemanların önemli birçoğu medreselerden yetişiyordu. Oysa, medreselerin sayılarının artığı XVI. yüzyılda ve sonraki asırlarda mezunlar çoğalmıştı. Kadrolar ise sınırlı kalmıştı. Bundan dolayı XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yoğun talebe hareketleri ve medreseli isyanları patlak verecekti.

İlk dönemlerden îtibaren Osmanlı medreselerinde genellikle tefsir, hadis, fıkıh , akā’id, kelâm ve mantık gibi dini muhtevalı ve pratik fayda temin eden derslerin yanı sıra, bu derslerin çok daha iyi öğrenilmesinde önemli rolü oynayan dil dersleri (Arapça sarf, nahiv, belâgat, vs.) okutulmuştu. İlk Osmanlı medreselerinde nasıl bir eğitim-öğretim metodu uygulandığı, hangi kitapların, nasıl okutulduğu net olarak bilinmemektedir. Çünkü, bu dönemlerle ilgili bilgiler, genel olarak daha sonraki dönemlerde yazılan eserlerle bize ulaşmıştır.

Osmanlı medreselerinde okunan ve okutulan dersler, uygulanan ders programları, XIX. yüzyılın sonlarına kadar önemli bir değişikliğe uğramadı. Böylece statik, kalıpçı ve nakilci bir eğitim-öğretim yapısı yerleşmiş oldu.

Bir Cevap Yazın