Kadın cinayetlerinin nedenleri nelerdir?

Kadınlar ve erkeklere dünyaya gelişlerinden başlayarak, biyolojik farklılıkların yanında kültürel anlamda farklı olduklarını pekiştiren bir takım roller ve davranış kalıpları öğretilmektedir. Bunun neticesinde, toplumsal olarak belirlenmiş kadınlık ve erkeklik tanımları oluşturulmaktadır. Bu durum toplumsal cinsiyet olarak adlandırılmaktadır. Kadın cinayetleri kavramı da kadınların toplumsal rolleriyle bağlantılı nedenlerle öldürülmeleri anlamında kullanılmaktadır. Kadın cinayetleri, genel olarak kadınların kadın olmalarından dolayı öldürülmeleri anlamına karşılık gelmektedir.
kadıncinayetleri
Yapılan araştırmalar 2005-2011 yılları arasında 4 bin 190 kadının yoksulluk, namusu koruma, aldatma, işsizlik, evi terk etme, boşanma gibi nedenlerle erkekler tarafından öldürüldüğünü göstermektedir. Kadın cinayetleri ev içinde ve değişik mekanlarda meydana geldiğinden dolayı toplumsaldır

Kadına yönelik şiddetinin temel nedenleri , devlet kurumlarının aldığı kadını korumak için aldığı yetersiz önlemler, erkek egemen kültürün baskın oluşu ve ev içinin mahrem olmasıdır.

Kadın cinayetleri kadına yönelik her türlü şiddetin bir sonucudur. Kadına yönelik şiddet, kadının fiziksel, cinsel, duygusal ve ekonomik açıdan zarar görmesine neden olan ve kadının temel hak ve özgürlüklerini, onurunu zedeleyen ve yaşama hakkını tehdit eden bir eylemdir. Kadın cinayetleri kadınlara yaşam hakkı tanımayan bir olaydır.

Bütün devletler kadına yönelik şiddeti önlemede sorumluluk üstlenmişler açıkça hukuk kuralları vasıtasıyla bunu ilan etmişlerdir. Birleşmiş Milletler tarafından 1979 yılında kabul edilen “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”ne Türkiye 1985 yılında taraf olmuştur. Türkiye ayrıca 2011 yılında “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”ni imzalamıştır.

Kadına şiddetin en önemli nedenlerinden olan namus cinayetlerinin kökeni daha çok ataerkil toplumsal yapıya dayanmakta ve eski zamanlara kadar uzanmaktadır. TBMM araştırma komisyonu raporuna göre namus cinayetleri kültürel yapı, örf ve adetlerden kaynaklanmakta ve aile içindeki erkek egemen yapının devamını sağlamaktadır. Kadın bedeninin namus, şeref, haysiyet kavramları ile özdeşleştirilmesi namus cinayetlerinin varlığını sürdürmekte ve namus cinayetlerinin devam etmesine sebep olmaktadır.

Kadın cinayetlerini tek bir nedene indirgemek şüphesiz yanlış olur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu düşündüğümüz zaman, kadınların hedef olduğu cinayetlerin genel olarak geleneksel değerlerin savunusu bahanesiyle işlendiği görülmektedir. Töre bahane edilerek meşrulaştırılan kadın cinayetleri, sebepleri ve sonuçlarıyla birlikte ele alınması gereken özgül bir konudur. Batıda ise daha çok kadınların tercihlerini sindirememekten kaynaklanan bir tür hazımsızlık durumunun öne çıktığı görülmektedir. Türkiye’de, hayat şartlarının zorluğundan kaynaklanan psikolojik tahribattan, dinsel gericiliğin kısıtlayıcı rolüne, eğitimsizlikten kaynaklanan yanlış tutumlara kadar bir çok sebep ileri sürülebilmektedir.

Uzun yıllar devlet politikaları ve hukuki düzenlemeler ev içinin mahrem olduğu anlayışıyla düzenlenmiş ve bundan dolayı kadınlara karşı işlenen suçlara karşı hukuki önlemler alınmamıştır. Ayrıca kadınlara yönelik şiddet bireysel olarak değerlendirilip toplumsal bir sorun olarak görülmemiştir.

Kadınlar genel olarak aile içinde yaşanan olayların mahrem olduğu düşüncesiyle maruz kaldıkları şiddeti gizlemeye ve kimseye söylememe eğilimine sahip olmuşlardır. Fiziksel ve cinsel şiddet yaşamış kadınların % 88’i, namus, korku, ayıplanma, olayın duyulması endişesi, dedikodu gibi gerekçeler yüzünden, ne yakın çevresine ne sivil toplum örgütüne ne de herhangi bir devlet kuruluşuna başvurmuştur.
Kadınlara yönelik cinayetlerin kaygı verici şekilde artmasına rağmen, devletin yeteri kadar önlem alamadığı ve mağdurları koruyamadığı çok açıktır. Kadın konukevlerinin yetersizliğinden, şiddet uygulayan erkeklere yönelik hukuksal boşluklar ile caydırıcı olmayan yaptırımlara kadar bir çok sorun hala çözülememiştir.. Aile ve sosyal işler bakanlığının son yıllarda artan aldığı bütün önlemlere rağmen cinayetlerin önüne ne yazık ki geçilememiştir.

Kadın cinayetlerinin büyük bir bölümü ev içinde meydana gelmektedir. Bundan dolayı evin ve ailenin dokunulmaz alanlar olduğu düşüncesi kadının güvenliği söz konusu olduğunda gevşetilmelidir. Kadınlar öldürülmeden pek çok defa şiddete maruz kalmakta ve üstelik maruz kalınan şiddetin öznesi yalnızca kadınlar değildir. Kadınlar ile birlikte çocuklar da buna dahildir. Bilhassa çocukların şiddete ve cinayete tanık olması çocukların psikolojilerinde çok ciddi hasarlar bırakmaktadır.

Cinselliğin insan psikolojisinde ciddi bir etkisinin olduğu bilinmektedir. Yani cinsellik insan yaşamında son derece önemli bir yere sahiptir. Fakat kapalı toplumlarda, Müslüman ülkelerde ve Türkiye’de bu konu tartışılmaz bir haldedir. İnsanlar bu konuda eğitilmiyorlar. İnsanların yaşadığı cinsel açlık istenilmeyen sonuçlar doğurmaktadır.

Bir Cevap Yazın